TECVÎD İLMİNİN MAHİYETİ
TECVÎD KELİMESİNİN MÂNÂSI Tecvîd, Kur’an-ı Kerîm’i hatasız okumayı öğreten bir ilimdir, her harfin hakkını, istihkakını iyi vermektir.
Bir işi güzel yapmak, bir şeyi süsleyip güzelleştirmeyi ifade eder. Tecvîd öğrenmekteki gâye Kur’an-ı Kerîm’i hatasız okumaktır. Resulu Ekrem (sav) Efendimiz Kur’an-ı Kerîm okumayı Cebrail (as) den nasıl öğrendiyse ümmetine aynı şekilde bildirmiştir.
Allahü Teala “Ve rattil-il kur’ane tertîlâ” âyeti vasıtasıyla “Kur’an-ı Kerîm’i açık açık, tane tane oku!” diye emretmiştir. (Harflerin hakkını vererek yani Kur’an-ı Kerîm’i tecvîd ile okuyunuz, anlâmında bir emirdir.) Kur’an’ın tecvîd ile okunması bu âyetin vahyedilmesi ile başlar. Daha açık bir tabir ile Kur’an, tecvîd ile inzâl olunmuş ve onun ile okunmuştur. Elinde öğrenme imkânları olduğu halde, kendisini bundan müstağni sayan veya böyle bir mes’ûliyeti kibirlenerek küçümseyen kimse günahkârdır.
TECVÎD’İN HÜKMÜ
Kur’an-ı Kerîm’i okurken her türlü hatalı uygulamalardan korumak “Kur’an’ı tertîl ile oku!” emrini yerine getirmektir.
KUR’AN’I TECVÎD İLE OKUMANIN DELİLLERİ
a) Kitap Delili
Kur’an-ı Kerîm’i tecvîd üzerine okumak, her müslüman kadın ve erkeğe “Farz-ı Ayn”dır. Bunun delili ise olan Müzzemmil Sûresi’nin dördüncü âyetidir.
b) Sünnet Delili
Peygamber Efendimiz (sav) Kur’an-ı Kerîm’i en güzel şekilde okudu ve ashabına da en güzel şekilde okuttu. Efendimiz (sav) Kur’an-ı Kerîm’i tecvîd üzere okumayı emrederken tecvîde riâyet etmeden okumayı da yasaklamıştır. Nitekim bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: “Nice Kur’an okuyanlar vardır ki, Kur’an onlara lânet eder.”. Bu hadisten açıkça anlaşılacağı üzere, “Kur’an’ın lânet ettiği kimse, onunla amel etmeyenler olduğu gibi, onu tecvîdsiz okuyan kimsedir.”
Kur’an’ı okumayı bilen için tecvîdi öğrenmek, ona riâyet etmek kat’î bir farzdır. Zira Cenab-ı Hak (cc) Müzzemmil Sûresi dördüncü âyetinde “Kur’an’ı tertîl ile yani tecvîd ile okuyunuz.” emrini vermektedir. Kim tecvîdi öğrenmemekte ısrar edip Kur’an’ı tecvîdsiz okumayı sürdürürse, bu emre muhalif olarak günahkâr olur. Çünkü onu Allah tecvîdle indirdi ve bize kadar da böylece (tecvîdle) geldi. Tecvîd tilâvetin süsü, edâ ve kırâatın da zînetidir.
c) İcma-i Ümmetten Delili
Tecvîd’in İcma-i Ümmetten Delili ise; sahabe-i kiram efendilerimizin, Peygamberimiz (sav) den tilâvet üzere Kur’an’ı öğrenmeleri ve bu şekilde öğretmeleridir.
TECVÎD’İN KAÇ YÖNÜ VARDIR?
Tecvîdin bir ilim yönü; bir de talim-tatbik yönü vardır.
İlim Yönü: Kur’an-ı Kerîm’i güzel okuma kâide ve usûlleridir.
Tatbik-Talim yönü: Tecvîd kaidelerini “Fem-i Muhsin” ehil bir hocadan almak lâzımdır.
TECVÎD KUR’AN DIŞINDA KULLANILABİLİR Mİ, KULLANILMALI MI?
Tecvîd sadece kuralları ile Kur’an’a mahsustur, Kur’an harfi, Kur’an kelimeleri ve âyetleri üzerinde uygulanır. Kur’an dışında uygulama zorunluluğu yoktur. Mesela, hutbedeki âyet hariç, Arapça ifadeleri, hadisleri tecvîdsiz okumak hatalı, eksik okumak anlâmında olmaz. “Min gâilin muhbiran”ı “min gâilim muhbiran” okumak olmaz, oradaki tecvîd dediğimiz olgu, Hz. Kur’an’a mahsustur.
Yine ifade tarzında kullandığımız Arapçalarda tecvîd’e gerek yoktur. “İdğâm-ı misleyn” derken “se” yi peltek söylemeye gerek olmadığı gibi. Hatta ifadeleri zorlaştırmadan daha kolay daha kısa tanımları vermeliyiz.
Yine mevlid okurken “Âmine hâtun Muhammed ânesi” derken “Âmine hâtum Muhammed ânesi” gibi birleştirmek doğru olmaz. Mevlid’in Türkçesini bozmamalıyız.
Tecvîd kuralı olarak yalnız Kur’an’ın vahyedildiği dönemde Arapların dilinde bir takım Tecvîd kuralları vardı. Mesela, idğâm sadece Kur’an’a mahsus değildir. Yalnız med’ler Kur’an’a mahsustur. Zira hiçbir Arap konuşurken medd’i muttasıl’ı tecvîd’de olduğu gibi uzatmaz.
KIRÂAT İLMİ İLE TECVÎD İLMİ ARASINDAKİ FARK
Birçok bilgin; tecvîd ilmini, kırâat ilminin bir parçası saymışlarsa da önemine binâen bu ilim ayrı olarak mütalâa edilmiştir.
Kırâat ilmi, Kur’an-ı Kerîm’in kelimelerinin edâlarındaki keyfiyet ve ihtilafları, nakledenlere isnâd ederek bilmektir. Konusu da Kur’an-ı Kerîm’in kelimeleridir.
Tariflerden de anlaşılacağı üzere tecvîd ilmi, harflerin sıfatlarının mâhiyetini bilmektir. Konusu itibariyle de hecâ harfleriyle meşgul olmaktır.
KARABAŞ TECVÎD’İ
Kur’an-ı Kerîm’e ait disiplinlerden biri de tecvîd ilmidir. Esas itibariyle bu ilmin konusu Kur’an-ı Kerîm’in harfleridir.
Tecvîd’in lugat anlâmı, bir nesneyi güzel etmek, hoşca yapmak demektir. Kırâat ilminde ise, her harfin hakkını vererek mahrecinden çıkartmaktır. Tecvîd ilminin asıl gâyesi, İlâhî Kelâm olan Kur’an-ı Kerîm’i kusursuz okumak, dili her türlü hatadan korumaktır. Arapçada “Cevvede, yücevvidu, tecvîden” sigasından gelir.
Tecvîd kelimesinin mefhum olarak karşılığı şöyle olmalıdır: “ Bir işi ziyadesiyle güzel ve iyi yapmak hususunda gereken gayreti gösterip, onu tam ve mükemmel hale getirmek; zaman ve imkânı seferber ederek kuvvetli bir irade ve fedakârlık ile o işte maharet ve ustalık sergilemektir.” Kırâat ilmi sahasının önde gelen âlimlerinden İbn’ül Cezeri, konuyla ilgili olarak şu tesbitlere yer vermiştir: Cevvede fiilinin mastarı olan tecvîd; kırâatî lafızları sağlam bir şekilde ve haddi aşmadan telaffuz ederek yerine getirmek demektir ki, bunun karşılığı; harflerin tecvîdine son derece riâyet etmek ve bu hususta gereken gayreti göstermektir. Bir işi en güzel şekilde yapan kimseden bahsedilirken “cevvede fülanün fî kezâ” ifadesinin sebebi de budur.
Tecvîd kelimesi kırâatla ilgili bir vasıf olarak Kur’an-ı Kerîm’de ve muteber hadis kaynaklarında geçmemektedir. Bu da tecvîd kelimesinin bir terim olarak Hz. Peygamber döneminde kullanılmadığını göstermektedir. O dönem fasih Arap dilini oluşturan harflerin sıfatları, güzel ses ve bunların hakkıyla icrası gibi kırâatin vasıflarıyla ilgili konulardan bahsedilirken, tecvîd kelimesinin yerine başta “tertîl” olmak üzere “tahsîn, tezyin ve tadîr” kelimeleri kullanılmıştır. Bunlar içinde “tertîl” kelimesi, Kur’an-ı Kerîm’de ve hadislerde geçmektedir.
Karabaş Tecvîdi’nin musannifi (yazarı) Molla Abdurrahman Karabaşi Efendi’dir. Kâbe’nin örtüsünün siyah olması dolayısıyla ona saygı ve muhabbetinden dolayı başına siyah sarık takmış, bundan dolayı da adına “Karabâşî” denmiştir. Musannif’in diğer bir adı da, Muhammed Hamdi Efendi’dir. Osmanlılarda bu kitap, okula yeni başlayan sıbyanlara, yani beş-altı yaşlarındaki çocuklara okutulmuş, yetişkinlere ise, daha ileri seviyedeki tecvîd bilgileri okutulmuştur.
İslam âlimlerinin yazdıkları (Karabaş Tecvîd’i) gibi kitaplarına besmele yazarak başlama nedeni:
Bir yazarın kitap yazmaya başlamadan önce üç şeyi zikretmesi vaciptir. Bunlar:
1) Besmele
2) Hamdele (Hamd)
3) Salvele (Salâtü Selâm)
İslam inancına mensup her müslümanın bir işe başlamadan önce yaradanına sığınması, hamdetmesi ve Peygamber Efendimiz (sav) in kendisine, aile ve ashabına saygı, muhabbet ve selâmını belirtmesi, bir müslüman terbiyesidir. Dolayısıyla bir kitabın başında besmele bulunması yazarının müslim veya gayrı müslim olduğunun belirtisidir.
Dikkat: Tecvîd ilmini bilmek farz-ı kifayedir. Yani cemâatin içinde bilenlerin bulunması, diğerlerini mesuliyetten kurtarır. Fakat Kur’an-ı Kerîm’i tecvîd üzere okumak farz-ı ayn olduğundan tecvîd ilmini bilmese dahi, her Kur’an okuyan müslüman, onu iyi bilen bir hocadan öğrenmekle mükelleftir.
TECVİD’DE EŞİTLİK (MÜSÂVÂT VE MUÂDELET)
Tecvîdin bir özelliği de aynı durumda, aynı konumda, aynı şartta olan harfleri, harekeleri, şeddeleri, medleri, sükûnları, ğunneleri kısaca tecvîd konularını; hakkı, müstehakkı, ölçüsü, miktarı, telaffuzu ne ise, hepsini aynı şekilde okumak, telâffuz etmektir.
Mesela, Kur’an okurken ların bazısını , bazısını , bazısını okumamak, bazısını kalın bazısını ince okumamak, asıl mahreci ve sıfatı ne ise, hepsini aynı okumaktır.
Harekelerde, meselâ ince harflerde üstün durumda bazısında açık normal ince (e), bazısında kapalı imaleye doğru kaymış (e), bazısında ince kalın arası (e,a), bazısında tam kalın (a) okumamak. Normal ses açıklığı ne ise öyle okumaktır. Sükûnların bazısını tam sükûn; bazısını harekeye kaymış, kıpırtılı sükûn okumamaktır.
Şeddeli harflerde ğunne sıfatı şeddeli mîm ve nûn hariç bazısını az, bazısını çok tutmamaktır. Şeddelerin medd-i tabîîlerin bazısını bir elif, bazısını üç elif çekmemektir.
Ğunne sıfatlı tecvîdlerin ve harflerin bazısını az, bazısını çok tutmamaktır, hepsini bir buçuk harf miktarı tutmaktır.
Bir âyette birden fazla aynı cins med gelirse, okunan usûle, tarika göre (Tertîl, Tedvîr veya Hadr) cevaz ölçüleri içerisinde, birinci med kaç elif miktarı olmuşsa, diğer aynı cins medleri ne eksik ne fazla aynı miktar çekmektir.
Mesela; Medd-i Munfasıllar ya hepsi dörder veya üçer veya ikişer veya birer elif çekilmeli, diğer miktarlar da câiz diye karışık okunmamalıdır. Medd-i Muttasıllar ya hepsi dörder veya üçer veya ikişer okunmalı karıştırılmamalıdır.
Medler karışık gelirse vâcip medleri câiz medlerin miktar bakımından altına düşürmemektir. Cevaz ölçüleri içerisinde eşitlemektir. Bunlara tecvîd’de eşitlik (müsâvât ve muâdelet) denir.
Büyük kıraat bilgini İmam İbnu’l-Cezeri, mukaddemesinde bu konuyu üç kelime ile ifade etmiştir. Şöyle ki:
“Benzerinde benzediği şey gibi telâffuz etmektir.” derken yukarıda verilen açıklamayı özetlemiştir.
Önemli!
Tecvîd’in son konusu olan sekte ile tecvîd’in teorik bölümünü yukarıda az da olsa uygulayarak anlattık. Ama bu bilgilerin kalıcı olması için esas uygulamayı Kur’an-ı Kerîm’i açarak satır satır okuyup hangi tecvîd olurun tesbitini yapmak, sonra da aynı bölümü – tecvîd’i uygulayarak tahkik ile okuma çalışmasını – tecvîd pekişinceye kadar devam etmek gerekir.
Özetle tecvîdin kalıcı olmasının sırrı, şu meşhur sözde saklıdır: “et tekraru ahsen velev kâne yüz seksen” yani yüzseksen kere de olsa, tekrar güzeldir, güzel öğrenmenin sırrı tekrardadır.
Burada şunu da hatırlatmakta yarar var; Hz. Kur’an’ın eğitim ve öğretimine talip insanlar olarak bu bilgileri kaynaklarından araştırarak, sizlere sunarken Kur’an eğitim ve öğretimine talip olanlar için de mertebeler olduğunu hatırlatmalıyız.
Kur’an eğitim ve öğretiminde altı mertebe vardır
● Birinci mertebe, Kâriü’l Kur’an: Elif bê den başlar, harfleri söke söke, harekeler, cezimler, şeddeler, kelimeler, sübhanekeler ve yüzüne okumalardır. Bunu biraz geliştirdikten sonra:
● İkinci mertebe olan, Hâfizü’l Kur’an mertebesine geçer: Yani azar azar bir takım sûreleri özellikle namaz için iktifa edecek kadar hıfz eder, sonra daha da geliştirerek isterse tamamını hıfz eder.
● Üçüncü mertebe Hâdimü’l Kur’an: Her ikisinde de benim yolum mesleğim makamım bu diyerek mânâya hizmet, lafza hizmet, talebeye hizmettir. Bu üçüncüsü mertebelerin ilmî tarafıdır.
● Dördüncü mertebe, Hâmidü’l Kur’an: Manevi mertebeler, irfan mertebeleri, takva mertebeleridir. Sırtına böyle muazzam ve şerefli bir yükü almış “Kavli Sakîl” denilen ağır bir mesuliyetin bilincinde onu taşıyandır.
● Beşinci mertebe, Ehl-i Kur’an: Kur’an ile ehilleşen, evcilleşen yani Kur’an’ın inşa ettiği kişi Ehl-i Kur’an’dır.
● Altıncı mertebe olan, Ehlullah mertebesine nail olur. Ehlullah: Allah’a itâat edip, O’nun sevgisi ile O’na yaklaşmış olan velî demektir.
İnsan bu altı mertebenin neresinde ise bakmalı ve kendi mertebesini görmelidir.
Cenab-ı Hak cümlemize bu mertebelerin en yükseğine ulaşmayı nasip eylesin, Âmin.
Bu yazı Hizmet Vakfı Yayınlarından Nusret Kocagöz’ün katkılarıyla hazırlanan kitaptan alıntıdır.